29 Kasım 2011 Salı

Şeker İster miydiniz?


-Şeker ister miydiniz hanımefendi?
-Nasıl?
-Çayınız için, acaba şeker ister miydiniz?
-Hayır, teşekkürler.

Rengini tutturmuş bir İstanbul sabahıydı ve şekere hiç lüzum yoktu. Toplantıya daha kırk beş dakika vardı. İki gün önce aldığım etek ve çizmenin hakkını vermek için bu haddinden pahalı semtte, garsonların çayımdaki şekeri ziyadesiyle dert etmek zorunda oldukları altın semerli bir çay bahçesinde beklemekteydim, eşekleri tenzih ederim. Cebimde kalan son 20 liramın 1/4 ‘ü ile çay almıştım, üstelik çantam Prada falan da değildi. Ama dedim ya, İstanbul rengini tutturmuştu ve ben bir iş kadınıydım. Sırf bu toplantı için alınmış etek ve çizmem varsa elbette çayım 5 lira olacak, muhakkak garson şekerimi ölçecekti.

Veli Bey ile tanışmam iki hafta öncesinde bir konferansın coffee break’i sırasında oldu. Kendisi ülkemizde ticaret yapan, yabancı sermayeden hatırı sayılır bir markanın kıyakçısıdır. Biz aramızda marketing manager diyoruz ki alınmasın üslubumuza. Bu adamla ne işim olduğuna gelince; tahmin edileceği gibi benim de elimde vakti gelmiş birkaç at var ve bu atların sözleşmeler üzerinde yeni taylara sebep olması lazım. Böylece tahıl ticaretinden kazancımız artacak ve ben de diğer toplantılarım için başka bir çanta, dahası araba alabileceğim. Zaten bir yerden sonra aslında her şeyin, hep bir sonraki toplantı için, ensesi Veli Beyden hallice kıyakçılar karşısında kullanılmak üzere olduğunu ister istemez kabullenip rafa kaldırıyor insan.

Zannedersem Veli Bey konferansta bunların hiçbiriyle ilgilenmemiştir, beni makyajsız da görse aklı şirket menfaatlerinde olacak idealist bir pazarlamacıdır kendisi eminim. Kaldı ki onunla bir toplantı ayarlamam iki haftamı aldı. Konferans arasında yakaladığım konuşma fırsatı sırasında da bu adamın mesleğine olan inancını fark etmiştim.

- Veli Bey bir ara sizinle şirketinizin tanıtım planlamaları üzerine muhakkak görüşmek isterim.
- Elbette hayatım, genç beyinlerin faydalı olduğuna daima inanmışımdır.
- Katılıyorum, fakat firmamın tecrübesi de o gün benimle gelecektir. Yeni fikirler ve tecrübeli adımlardan daha iyi bir politika düşünemiyorum. Firmanızdaki bu yükselişin sebebini çok uzakta aramamalı.
- Ben tecrübe miyim yani?
- Deneyimlerinize müthiş saygım var, fakat ben sizi markanın genç ruhu olarak tanımlardım.
- Şekerim çok tatlısın, yine de neredeyse kırkıma yaklaştım. Dinç kalabilmemin sırrı sizin gibi narin ve genç… zihinlerden gelir.
- Yapma ya? Pardon da ben nereden senin şekerin oluyorum lan pezevenk? Yavşak yavşak konuşup adamın asabını bozma nereye baktığına da dikkat et, rezil herif. Seni ağzından akan salyada boğarım şerefsiz itin evladı!
- Anlamadım?
- Mutlaka Veli Bey, bir ara sizi rahatsız eder uygun bir görüşme ayarlarım. Tanıştığımıza memnun oldum.
- Oldu canım dikkat et kendine.

Bu tip toplantılara mümkün mertebe erken gitmeyi severim. Böylece çalıştığım ve yaşadığım atmosferden sıyrılıp, civar havasını soluyarak rahatlar, ortama uyum sağlarım. İETT otobüsünde birkaç bakteriye vadesiz taksitsiz barınak sağlayıp, o hengame ve havasız sinir krizinden çıkar çıkmaz hiç soluklanmadan bir toplantıya girme fikri beni her zaman germiştir. Genelde bulabileceğim tek toz tanesi ihtimalle beş karış topuklu bir kadının pudrası olur bu tip müşterilerin ortamlarında. Eh, ya havaya girip kendimi burjuva zannedeceğim, ya da otobüs şoförüne olan sinirimi müşteriden, yani cebimden çıkaracağım. Bunu kimse istemez, ne ben ne de şirketim.

Toplantıya yarım saatten az kalmıştı, deniz manzarasına takılmış, muhteşem bir huşu içerisinde İstanbul’un yer altı tünellerini düşünüyordum. Tabi fazla bir bilgim olmadığından bu uzun sürmedi, zaten genelde merakım üzerine düşünür unuturum. Aklım daha çok Velizade’nin yavşaklıkta sınır tanımayan üslubuna takılmış durumda. Dürüst olmak gerekirse bu kadınların suçu, benim de tabi. Birkaç akıllı adamın etten oltasına takılmış sürüyle kadınız biz, bizim şekerimiz dert edilir, sandalyemiz çekilir, baştan aşağı süzülür, eve mutlaka bırakılırız. Erkeklerin ortalama 9 cm.lik yüreklerini hoplatmak bu kadar basitken benim sevgili dişi güruhla kendi kendimize diş biler, moda ve trendler sınırında ne kadar orijinal olduğumuzdan bahsederiz. Kullanılmak ucuz, kendini kandırmak kolaydır. Ama bunlar sıkıcı konular.

Çantamı toplayıp 5 liralık kişilik tazminatımı ödedikten sonra, sızlayan ayaklarımla postkıraathaneden çıktım. Girişte yeni çizmeli ve yeni etekli bir iş kadını olarak, ne yaptığını bilen bir tebessümle medeni dişlerimi gösterdim. Az önce garsonların omurgalarından geçmiştim, “elbette hanımefendi, hemen.”dim, ayakkabılarımdaki topuklar kafi derece uzundu bunlar için, belli ki semerim sağlamdı. Çayımdaki şeker ekmekten pahalı olsa gerek. Bu şartlar altında kim mesleğini benden daha iyi bilebilirdi?

Toplantıya gelince; açıkçası, Veli Bey çok şeker bir insanmış. Bir akşam yemeğinde içilmiş iki kadeh şarap ve atılmış şuh bir kahkaha kadar şeker. Tabi reklam sözleşmemiz ve yeni arabam da öyleler.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Dar Alanda Uzun Havalar Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger