22 Nisan 2015 Çarşamba

Dicitalin dert görmesin, pırıl pırılsın yine.


Dijitale köşesinden bucağından bulaşmış insan bilir.

Burada fake it till you make it kuralı geçerlidir.

Kendini bilmek lükstür, büyüyünce mütevazı olursun burada.

Öyle fikir alayım falan yok, en çok sen bileceksin.

Saçmalama tabii ki senin sıra dışı fikirlerin var, ama millet klişe seviyor.

Canım, senin kaşen biraz pahalıdır elbette.

Yani sıkıntıdan öylesine yaptığın iş, umurunda bile olmayarak hayvan gibi trafik aldı, sen de birilerinden duydun bakmadın bile.

Tabii ki her müşteri ile çalışmazsın.

Evet ya işkoliksin, yoksa bütün gün ofiste uyuklayıp, teslim tarihi geldiği için mecburen sabahlamadın.

Masanın üstündeki dandik yarım şişe birayı instagram’a koyup, bin farklı içerik çıkarmak için kaç gündür masada tutuyorsun?

Çılgın içeriğin Buzzfeed’in kaçıncı sayfasından?

En son “okuduğun” kitap hakkındaki fikrini Good Reads’de kimin yorumuna dayanarak belirtiyorsun?

Liberalliğin dert görmesin de, Politik manifestoların çok İsviçre değil mi?

 

 

13 Nisan 2014 Pazar

Bizi bu sosyal medya mahvetti

Bugün Orhan Veli'nin doğum günü, şiirden bahsedecek gibi girdim, ama konu başka, Orhan Veli'yi güzel havalar ne kadar mahvettiyse, beni de Sosyal Medya o kadar mahvetti. Bugün yararlarını akademik olarak sayfalarca yazabileceğim bu meretin öyle inceden sızlatan zararları var ki anlatamam. Hani bazen, kışa dönsün Arap Baharı bana habersizliğimi verin, diye haykırasım geliyor. Bugün harcanan paranın, tüketimin, maddi manevi her türlü kişisel yatırımın tetikleyicilerinin başında bu Sosyal Medya geliyor. Allahsız Zuckerberg, bizi like almaya tutsak etti, like işi bir şey değil de, selfie'den tut, ilişkilerinin pazarlamasını instagram'dan yapan kırolara, yediği kısırı paylaşmasa doymayacak denyolara kadar her şeyin suçlusu o. 
Ben size bir şey diyeyim mi, sosyal medyanın başlangıcından beri aşk acıları daha da şiddetli geçer oldu, eskiden öyle mi ayrılırdın bir daha milyonluk şehirde rastlarsan. Telefonunu da sildin, o da sildi bir daha seni nereden bulacak, sen onu nereden göreceksin vs. Ama şimdi? Nice yiğitler stalker oldu, nice amazonlar Yıldız Tilbe'ye dönüştü. Twitter falan iyi de, Instagram, Facebook, Foursquare falan komple yasaklansın, üç gün sızlanırız, birinci hafta sonunda pırıl pırıl oluruz. Harcamalar azalır, gittiğin yerde az etrafına bakarsın, yediğinden keyif alırsın falan, aşk acısı da taş çatlasın 10 gün sürer. Dur ya, ben bu önergemi Başbakan'a sunayım, şimdi küfür edeceksiniz ama o kafalar rahatlayınca bana teşekkür edersiniz, canınızdan kıymetli mi ayol.
Bok var çünkü!

9 Mart 2014 Pazar

KISIR YAPIP FAL BAKAN CARRIE BRADSHAW

O kadar sıkıldım ki bir yandan karnıbaharımı yerken (karnıbaharın nasıl yazıldığını google'dan baktım) bir yandan da Sex and the city izliyorum. Her izleyişimde, fasulye ayıklarken Türk Filmindeki kızla kavga eden teyzelere dönüşüyorum. Şu Carrie denen kadın, bugün nice gereksiz hanım kızımız kendinden memnun ve tüm acizliklerini haklı görüyorlarsa, bunda bu sarı kafanın payı büyük. 
Carrie'nin Mr.Big'den evlenmek için yüzük yerine sadece 'kocaman bir dolap' istemesinden sonra bizimkiler de başladı instagram'da, twitter'da, 'just give me a really big closet' diye bağırmaya. İyi de sen ne koycan o koca dolaba, sen kocaman bir buzdolabı iste, diyesim geliyor. 
Niye öyle diyorum, çünkü Carrie'yi rol modeli alan kadın muhtemelen evlenip, evinin kurabiyecisi, çocuklarının menajeri olacaktır, e ne yapcan ev kadını olarak kocaman dolabı? Sen istesene şöyle kocaman bir buzdolabı, kiler falan. 
Bu Sex and The City çok bozdu bizimkileri, öyle böyle değil. Dışarıdan bakıyorum, Carrie olarak başladıkları ilişkilerde nişan dönemi Charlotte'a en son da Demet Akalın'a dönüşüyorlar. 

Türkan Şoray kanunları varken daha samimiydiniz ya, Carrie falan, ne bileyim. 

28 Ocak 2014 Salı

İlk yazının günahı olmaz..mış


Tam şu an, annemden duyduğum ve iliklerime kadar nefret ettiğim o cümle ile klavyeye vurdum kendimi; "Sen kız olacaksın, dinlemiyorsun beni..". Yok, cinsiyetçiliği çok ağır değildir, pozitif ayrımcılıkları vardır ama bir yanı var annesinden mi kalma, kendinden mi olma, karar veremiyorum, fedakarlığı kız çocuğa ait bellemiş. Söylesen bunu bir de dövmekden beter eder, ondan modern anne mi varmış, ama doğası gereği evin büyük kızı zaten daha çok fedakar tarafmış. Bu hayatta beni en çok delirten şey, fix menü gibi oluşturulmuş kimlikler. 

Kadınsan gittiğin yemekte şarap istersin, bira sana göre değil. 
Topuklu ayakkabı giymeyi seviyorsan, Beşiktaş'ın kalesinde hala Fevzi var diye bildiğin varsayılır.
İyi içki içiyorsan erkek gibisindir, sonuçta alkolün kana karışma hızı cinsiyetinle ilgilidir.
Bağırmak geçebiliyor içimden, hayır allahın belası, şarap sevmem, iyi bir bira eşliğinde özetlerini merak ettiğim ligler var.
İyi içki içiyorum çünkü çok sıkıcı insanlar tanıdım, ayık katlanamadım.

Daha niceleri, sevmem etiketleri, etiketler yanlız gelmez, hep paket halindedir. 
Sizi gruplara ait yapar, oysa ben bir ilişkiye bile ait olma hissinden delicesine korkarken bir gruba ait olamam. Büyük skandalların, sosyal sorumluluk projesi gibi görünenlerin ardındaki PR stratejisini anlarım da bir insanın yalanını yakalayamam. Göründüğü gibi değil kimse tadında bir sonuç çıkartan yine konuyu anlamamıştır, ben de anlatamam zaten. Boşver, ne diyorduk şarap sevmem, Fevzi de kaleye kafa attığı günlerde bıraksaydı keşke futbolu. 

30 Aralık 2011 Cuma

Tavla atalım mı koltuk, bebeğim?



Yıllık kazanç hedefim 90.000 kadar ve tatlım, kota aşımı hiç dokunmuyor. Geçen cumartesi ismini vermek istemediğim altın yaldızlı bir kulübe gittik. Club değil yalnız yanlış anlaşılmasın, kuyruklu piyanosu caza benden hazır, duvarları kabartma motifli, bol bordolu loş, mis gibi puro kokan, viski aromalı bir kulüp. Eh sosyal hayat dediğimiz şey deri koltuklarla olur.

Bu noktada bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. İlk paylaştığım yazıdan ve bunun girişinden naçizane dedikoducunuzun para manyağı olduğunu düşünmenizi istemem. Ama mesele iş hayatıysa konumuz penguenlerin şirinliği yada arıların azalması olamaz değil mi? Bir telekomünikasyon firmasının yıllık reklam harcamalarını duysanız, hele ki şu devirde, çıldırır topluca halaya kalkarsınız. Hem benim hedefim çok mütevazi.

Her neyse, kulüpteyim. Burası daha çok korumaları ile dolaşan, filmli camlarıyla arabaları üst seviye hazlar yaşatabilirmiş gibi para bağımlısı ağabeylerin takıldığı bir mekan. Mafya değil yahu, reklam. Burası kimin ne kadar kazandığını aralarında konuştukları, bizlerin kazandığımız üç beş kuruşla ne kadar mutlu olduğumuza ve daha ne kadar kazanacağımıza karar verilen ortamlardan bir diğeri.

Rakamlar havada uçuşuyor, kahkahalar, seyahatler, eşler ve sermaye dostlar. Top oynadıkları sümüklü arkadaşlarıyla kurabilecekleri dostluklardanmış gibi sohbetler. Sanki o yağ tulumu para babası, 40 sene önce mahalle maçında bileği burkulunca yerden onu kaldırmış gibi samimi. Komşu çocuğuyla eve beraber gitmiş ve ekmek arası peyniri kapıp sokağa tekrar beraber koşmuşlar gibi candan.

Birkaç saniyelik tahliller ve sonra yine iş kadını olacağım, ilk bakış gözlemleri sadece, fazla vakit yok ama engel olamıyorum bunları düşünmeye. Zamanla kurtulacağım bir alışkanlık bu.

Gözüm koltuğa takılıyor, deri koltuk. Yani anadan doğma bir canlının yaşam süresine, bu puroların söndürüleceği ortamı sağlayan adamın müşterisi olduğu bir dekorasyon şirketi karar vermiş. Karar verildikten sonra biçarenin derisini biri resmen gözünü kırpmadan yüzmüş, evet. Şimdi kendisi, götümüze temas bile etmeden arada tozunun alınmasını bekliyor, işçisi köle yerine konan bir ülkenin pamuk tarlasındaki emekçilerin çilesiyle yapılmış bir eteğe sürtünüyor. Yani kıçımdaki aslen bir babanın çocuğunu doyurma endişesi, o endişenin altında canlıyken daha değersiz olan ceylanın binlerce dolarlık yüzülmüş derisi, can havli, çırpınması, koltuk hali. Evet milletimizin meclisinde onlardan yüzlerce var doğru bildiniz. Ülkenin kıçı ceylan derisine sürtünmezse yönetme yetisini kaybediyor.

Konudan sapmayalım, 90 bin diyorum içimden, 150 bin olsa fena olmaz. Dışım yine gülümsüyor, üstatların karşısında saygıyla bilgi toplayan şirin bir hanımefendi var dışımda, okuldan aldım. Hesap şöyle ilerliyor: bir amcamız müşterisini bu sene televizyon reklamına yüklenmesi için ikna edecek, fakat ek mecralar da karıştırmak lazım mutlaka, işte o ek mecralarda araya ben girip tırnaklarımı 70 liraya törpületeceğim bir hayat kopartmak istiyorum çünkü olmazsa yaşayamam.

Eğer saçımı 215 liraya boyatmazsam bir başka şirket sahibinin eşiyle konuşurken hangi kuaföre gittiğimi söyleyemem. “Geçenlerde orada check-in yapmıştım adresi var foursquare’den bulabilirsin. Ekleyeyim seni arkadaş listeme bir dakika.”  Ta daa, özel hayata giriş, 50 bin liralık arkadaşlık, kadın dayanışması. Kadının tek derdi kocasının onu biraz daha az aldatması, kocasının ne yaptığını öğrenebileceği, iş hayatına dahil bir başka kadın istiyor ve ben bunu çok güzel değerlendireceğim. İşte  50 bin lira bu kulübün koltuk takımlarının sadece bir kısmı eder. Kocasının kölesi olduğu patronların masasıdır bu kulüp.

Bu mekanlar insanı öyle bir çekiyor ve kontrolü altına alıyor ki… Hiçbir şey yapmadan oraya gitseniz yine kapılırsınız. Diyebilirim ki insanı zengin kılan bu eşyalar sanki.

Geleceğimi düşünüyorum, neyin hayalini kurduğumu, nasıl bir yaşam istediğimi sorguluyorum loş ışık altında kollarım cilalı ceviz ağacına dayalı, onu da öldürmüşler ceylan gibi.
Hayalimdeki evde neler var? Yüksek tavan, büyük pencereler, şık vazolar, ordu beslenecekmiş gibi hazır bir mutfak, çalışmaktan zor göreceğim bir salon takımı mı? İtalya’dan ünlü ve fularlı tasarımcının çok minimal koltuk dizaynına 70.000 yetale. O kadar huzurlu olacağım ki dergilerdeki gibi… Çünkü o vazo benimle Üsküdar’da çay içmeye gelebilecek, mutfak portakal suyu almaya çıkacak üşenmeden, koltuk bir tavla oynuyor görmelisiniz...

Ayna alacağım kendime, küçük burjuvanın parlak kuşe kağıttaki IKEA kataloglarından seçme değil elbette; İtalyanlara sırf bu yüzden gıcık oluyorum ama adı çıkmış adamların tasarımcı diye. Ayna alacağım eve, yorgunluktan çökmüş gözlerimi, renksiz yüzümü boyarken, çok daha fazlası için.





29 Kasım 2011 Salı

Şeker İster miydiniz?


-Şeker ister miydiniz hanımefendi?
-Nasıl?
-Çayınız için, acaba şeker ister miydiniz?
-Hayır, teşekkürler.

Rengini tutturmuş bir İstanbul sabahıydı ve şekere hiç lüzum yoktu. Toplantıya daha kırk beş dakika vardı. İki gün önce aldığım etek ve çizmenin hakkını vermek için bu haddinden pahalı semtte, garsonların çayımdaki şekeri ziyadesiyle dert etmek zorunda oldukları altın semerli bir çay bahçesinde beklemekteydim, eşekleri tenzih ederim. Cebimde kalan son 20 liramın 1/4 ‘ü ile çay almıştım, üstelik çantam Prada falan da değildi. Ama dedim ya, İstanbul rengini tutturmuştu ve ben bir iş kadınıydım. Sırf bu toplantı için alınmış etek ve çizmem varsa elbette çayım 5 lira olacak, muhakkak garson şekerimi ölçecekti.

Veli Bey ile tanışmam iki hafta öncesinde bir konferansın coffee break’i sırasında oldu. Kendisi ülkemizde ticaret yapan, yabancı sermayeden hatırı sayılır bir markanın kıyakçısıdır. Biz aramızda marketing manager diyoruz ki alınmasın üslubumuza. Bu adamla ne işim olduğuna gelince; tahmin edileceği gibi benim de elimde vakti gelmiş birkaç at var ve bu atların sözleşmeler üzerinde yeni taylara sebep olması lazım. Böylece tahıl ticaretinden kazancımız artacak ve ben de diğer toplantılarım için başka bir çanta, dahası araba alabileceğim. Zaten bir yerden sonra aslında her şeyin, hep bir sonraki toplantı için, ensesi Veli Beyden hallice kıyakçılar karşısında kullanılmak üzere olduğunu ister istemez kabullenip rafa kaldırıyor insan.

Zannedersem Veli Bey konferansta bunların hiçbiriyle ilgilenmemiştir, beni makyajsız da görse aklı şirket menfaatlerinde olacak idealist bir pazarlamacıdır kendisi eminim. Kaldı ki onunla bir toplantı ayarlamam iki haftamı aldı. Konferans arasında yakaladığım konuşma fırsatı sırasında da bu adamın mesleğine olan inancını fark etmiştim.

- Veli Bey bir ara sizinle şirketinizin tanıtım planlamaları üzerine muhakkak görüşmek isterim.
- Elbette hayatım, genç beyinlerin faydalı olduğuna daima inanmışımdır.
- Katılıyorum, fakat firmamın tecrübesi de o gün benimle gelecektir. Yeni fikirler ve tecrübeli adımlardan daha iyi bir politika düşünemiyorum. Firmanızdaki bu yükselişin sebebini çok uzakta aramamalı.
- Ben tecrübe miyim yani?
- Deneyimlerinize müthiş saygım var, fakat ben sizi markanın genç ruhu olarak tanımlardım.
- Şekerim çok tatlısın, yine de neredeyse kırkıma yaklaştım. Dinç kalabilmemin sırrı sizin gibi narin ve genç… zihinlerden gelir.
- Yapma ya? Pardon da ben nereden senin şekerin oluyorum lan pezevenk? Yavşak yavşak konuşup adamın asabını bozma nereye baktığına da dikkat et, rezil herif. Seni ağzından akan salyada boğarım şerefsiz itin evladı!
- Anlamadım?
- Mutlaka Veli Bey, bir ara sizi rahatsız eder uygun bir görüşme ayarlarım. Tanıştığımıza memnun oldum.
- Oldu canım dikkat et kendine.

Bu tip toplantılara mümkün mertebe erken gitmeyi severim. Böylece çalıştığım ve yaşadığım atmosferden sıyrılıp, civar havasını soluyarak rahatlar, ortama uyum sağlarım. İETT otobüsünde birkaç bakteriye vadesiz taksitsiz barınak sağlayıp, o hengame ve havasız sinir krizinden çıkar çıkmaz hiç soluklanmadan bir toplantıya girme fikri beni her zaman germiştir. Genelde bulabileceğim tek toz tanesi ihtimalle beş karış topuklu bir kadının pudrası olur bu tip müşterilerin ortamlarında. Eh, ya havaya girip kendimi burjuva zannedeceğim, ya da otobüs şoförüne olan sinirimi müşteriden, yani cebimden çıkaracağım. Bunu kimse istemez, ne ben ne de şirketim.

Toplantıya yarım saatten az kalmıştı, deniz manzarasına takılmış, muhteşem bir huşu içerisinde İstanbul’un yer altı tünellerini düşünüyordum. Tabi fazla bir bilgim olmadığından bu uzun sürmedi, zaten genelde merakım üzerine düşünür unuturum. Aklım daha çok Velizade’nin yavşaklıkta sınır tanımayan üslubuna takılmış durumda. Dürüst olmak gerekirse bu kadınların suçu, benim de tabi. Birkaç akıllı adamın etten oltasına takılmış sürüyle kadınız biz, bizim şekerimiz dert edilir, sandalyemiz çekilir, baştan aşağı süzülür, eve mutlaka bırakılırız. Erkeklerin ortalama 9 cm.lik yüreklerini hoplatmak bu kadar basitken benim sevgili dişi güruhla kendi kendimize diş biler, moda ve trendler sınırında ne kadar orijinal olduğumuzdan bahsederiz. Kullanılmak ucuz, kendini kandırmak kolaydır. Ama bunlar sıkıcı konular.

Çantamı toplayıp 5 liralık kişilik tazminatımı ödedikten sonra, sızlayan ayaklarımla postkıraathaneden çıktım. Girişte yeni çizmeli ve yeni etekli bir iş kadını olarak, ne yaptığını bilen bir tebessümle medeni dişlerimi gösterdim. Az önce garsonların omurgalarından geçmiştim, “elbette hanımefendi, hemen.”dim, ayakkabılarımdaki topuklar kafi derece uzundu bunlar için, belli ki semerim sağlamdı. Çayımdaki şeker ekmekten pahalı olsa gerek. Bu şartlar altında kim mesleğini benden daha iyi bilebilirdi?

Toplantıya gelince; açıkçası, Veli Bey çok şeker bir insanmış. Bir akşam yemeğinde içilmiş iki kadeh şarap ve atılmış şuh bir kahkaha kadar şeker. Tabi reklam sözleşmemiz ve yeni arabam da öyleler.
 

Dar Alanda Uzun Havalar Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger